EŞEĞİN ŞEHİRLİSİ
Çenesinin altına kavuşturduğu,çingen üslüğü dizlerine kadar iner,kısa boyuna uyumlu şalvarıyla çadırı andırırdı. Adımları toprağı incitmekten korkarmışçasına yavaştı.Uluk Ayşe denilsede, tembeldeğildi. Herkesin yaptığı işleri yaparak günlerini tamamlardı.Gezmeye pek gitmezdi okadar.
Bazlama yapacaktı. Sabah ezanıyla uyandı. Unu eleyip hamuru yoğurdu. Hamurun gelmesini beklerken, avluya indi. Kıyılarda, ağaç altlarında boy vermiş otları,çapa yardımıyla söküp,saçağın altına yığdı. Kocası komşu köye eşek almaya gitmişti. Topladığı otları gelince eşeğin önüne atmayı düşünüyordu. “El ulağı” eşekleri geçen ay ölmüş, tarlaya gidiş gelişleri, eşya taşımaları zorlaşmıştı. Yolduğu otlar gözüne az göründü.Pardanın alçak kesiminden harıma geçip oradan da ot yoldu.
Güneş epeyce yükselmişti. Avludaki işleri bitirmiş olmanın rahatlığıylaiçeri girdi. Önce misafir odası olarak kullandıkları odanın kapısını açıp,çeyizlerini seyretti. Bu oda kanaviçelerdeki çiçek desenleriyle sadece ilkbaharı yaşatırdı. Karyola takımındaki çelenkler oluşturmuş güller, sandık örtüsünün karanfilleri, perdeninküpelisi, sedirin papatyalarıdallarından yeni koparılmış gibi canlıydı. Yüzü aydınlandı.
Hem mutfakhemde oturma odası olarak kullandıkları odaya yöneldi. Hamur kabarmış olmalıydı. Erzak küplerine, gümlüleregöz gezdirdi. Ağızlarını açık unutmadığı için sevindi. Duvara dayalı minder ve yastıkları elden geçirdi.İteğin başına bağdaş kurup oturdu.Örtüleri kaldırdıtahmin ettiği gibi hamur gelmişti.Ocağın küllerini eşeleyip,ateşi gürleştirdi.Saçayağınıkoyup, üzerine de saçlarıkoydu. Aralarına kül serpti. Hamur tahtasını unlayıp, küçük ısıranla hamurdan alarak, yuvarlamaya başlarken,“Bismillahirrahmanirrahim.Bereketi içinde olur inşallah”diye mırıldandı.Ateşin harını kontrol edip,yuvarladığı hamuru saçın üzerine aldı.Bazlama ısıranını ustalıkla kullanarak pişirmeye başladı. Pişirdiklerinin beğenilmesini bu yeteneğine bağlardı.Hamuru azalıyor,sofra bezininüzerindeki bazlamaların sayısı artıyordu.Uluk Ayşe cevvalleşip,son bezeyi de şekillendirdi, saçın üzerine alır almaz leğeni, iteği toparlamaya başladı. İşini tam bitirmişti ki avludan gelen seslerle irkildi. Dışarı çıktığında iki kadın dikelmiş, bir şeyler diyorlardı.
- Hoş geldiniz gaşşım.Ben sizi tanıyamadım. Sorarken sesini yükseltmişti.
- Biz Yağcıların Emine’lere gelmiştik, sizde beklesek olurmu? Gözleri şaşkınlıkla büyüdü.
- Aa!Sorulumu hiç. Geçin bakem içeri,diyerek misafirleri içeri aldı.
Ceketleri duvardaki çiviye astı. Eşarpları katlayıp karyolanın üzerindeki şasenin arasınayerleştirdi. Nakışlı minderleri alarak odaya geri döndü. Ocağın iki yanına yerleştirip, misafirleri buyuretti.Yüreği kıpır kıpırdı . Kısa sohbetten sonra, siniye yöneldi. Yere koyduğu sininin içine zeytin, çökelek, pekmez çanaklarını yerleştirdi. Etrafına bazlamaları dizdi.
- Hadi ,buyrun Allah ne verdiyse .
Gözlerini odada dolaştırmayı henüz bırakmamış olan kadınlardan, dar etekli olan “tokuz” diye cevap verdi. Çan etekli olanda “evet,tokuz” diyerek,dudaklarını büzüp genişletmeye,başladı. Tüm ısrarları boşa gitmişti. Uzunca süre sessiz oturmadan sonra, “biz kalkalım” diyerek hareketlendiler.“Daha erken,buyrun oturun” demek istedi ama vaz geçti.Ceketlerini tutup eşarplarını getirdi.Onları uğurladığında,ferahlamıştı.Avluda saksılarda yetiştirdiğiçiçeklerinisulamayabaşladı.Onlarla konuşurdu da,ençokta ceylan çiçeğiyle.Altı aylıkken yitirdiği, evladına yüklü kalınca dikmişti. Avlu kapının tangırtısıyla doğruldu. Gelen kocasıydı ama eşek yoktu.
-Hani eşek nede? Sonamı getirecekler? Adamın canı sıkkın görünüyordu.
-Söyledikleri eşek çok yaşlımış, beğenmedim. Yarın şehre gidip bakcam, olmazsa odan alırım. Demesiyle, karısı bir süre cık cık çektikten sonra bağırmaya başladı. Israrları daha dilinde, “tokuz” demeleri de kulağındaydı. Bağırıyor, bir yandanda zıplıyordu.
- Şehrin eşeği her otu yemez!Şehrin eşeği her otu yemez! Beni günaha sokma.Anadın dem? Şehrin eşeği her otu yemez.
Duyanlar sözü benimsedi. Dilden dile geçerek ondan bize kalan miras oldu.
“Şehrin eşeği her otu yemez.”